T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM FAKÜLTESİ
PEDAGOJİK FORMASYON PROGRAMI
ÜNİTE PLANI
TÜRK SİNEMASI
DERS
SİNEMA TARİHİ
HAZIRLAYAN
ALİ OSMAN ÖZIŞIK
DANIŞMAN
DOÇ. DR. RASİM BAŞAK
DANIŞMAN
DOÇ. DR. RASİM BAŞAK
Bursa, 2018
ÜNİTE PLANI
Ünitenin Adı : Türk Sineması
İçerik : Türk sinemasının doğuşu ve gelişimi.
Sınıf : 12. Sınıf
Süre : 24 ders saati
Ön Koşul : Sinemanın doğuşu, Amerikan sineması, Avrupa sineması ve diğer ülke sineması modüllerini almış olmak.
Hedefler : 1- Bilişsel açıdan öğrencilerin Türk sinemasının aşamalarını kavraması.
2- Sanat tarihsel açıdan Türk sinemasındaki önemli akımları öğrenmek.
3- Yeşilçam sinemasının temel özelliklerini öğrenmek.
4- Türk sinemasındaki başlıca yönetmenleri öğrenmek.
5- Türk sinemasının önemli oyuncularını öğrenmek.
6- Muhsin Ertuğrul sinemasını öğrenmek.
Kazanımlar : 1- Öğrenci Türk sinemasının doğuşu ve tiyatrocular dönemi sinemasının temel özelliklerini analiz eder.
2- Öğrenci 1960'larda ve sonrasında Türk sinemasının temel özelliklerini analiz eder.
3- Öğrenci 1990'larda Türk sinemasının özelliklerini ve önemli yönetmenlerini, Türk sinemasında öne çıkan oyuncuları analiz eder.
Amaç ve Gerekçe : Türk sinemasının doğuşundan günümüze kadar geçirdiği aşamaları, önemli akımları, yönetmenleri ve oyuncularıyla birlikte kavrayıp analiz edebilmek için “Türk Sineması” ünitesinin öğrenilmesi gerekmektedir.
Araç ve Gereç : Bilgisayar ve projeksiyon cihazı bulunan tam donanımlı atölye vs. ortamı.
Kaynak yayınlar, DVD filmler, örnek programlar, film fragmanları,bilgisayar ve donanımı vs. sağlanmalıdır.
Diğer Alanlarla İlişkisi ve nedenleri : Tiyatroyla ilişkilidir. Çünkü Türk sinemasının özellikle ilk
dönemlerinde sinemaya tiyatrodan oyuncular dahil olmuştur. Bu bağlamda değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ad Soyad
Sınıf
Numara
Tarih
ÖN TEST
1- Ayastefanos'taki Rus abidesi hakkında bildiklerinizi yazınız.
2- Türkiye'de sinemanın doğuş yıllarındaki toplumsal yapı hakkında bilgi veriniz.
TÜRKİYE'DE SİNEMANIN İLK YILLARI
-Osmanlı'da İlk Sinema Gösterimleri ve Çekimleri
1896'da Lumiere Kardeşler'in Fransa'da ortaya çıkmasının ardından Osmanlı da sinemayla tanıştı. Lumiere Kardeşler'in bir kameramanı aynı yıl İstanbul-Boğaziçi'nde çekimler yaptı. Akabinde İzmir, Hayfa ve Kudüs gibi şehirleri de görüntüledi. 1896'nın sonlarında ise bilet alınarak girilen ilk sinema gösterimi yapıldı.
Pathe Yapımevinin temsilcisi olan Sigmund Weinberg, Beyoğlu'nda (o yıllarda adı Pera idi ve çok sayıda azınlık yaşıyordu), Sponeck Birahanesi'nde sinematograf gösterileri düzenledi. Weinberg, ilk yerleşik sinema salonu olan Pathe'yi Tarlabaşı'na açtı. Pathe'yi Beyoğlu'nda açılanPalas ve Majik sinemaları takip etti.
Karagöz gösterileriyle meşhur olan Feyziye Kıraathanesi de 1914'te Milli Sinema'ya dönüştü. 1. Dünya Savaşı'ndan önce İzmir ve Selanik'te de sinema oldukça yaygınlaşmıştı. Sarayda da hanedana özel sinema gösterimleri yapılmaktaydı. İlk filmler ise kısa metrajlıydı. Belge ve güldürü filmlerinden oluşuyordu.
Osmanlı, 1876-77'deki Osmanlı-Rus Savaşı'nda ani bir yenilgi almıştı. Batılı ülkelerin tehditleriyle bir anlaşma imzalayan Rusya, geldiği en ileri uca -yani Ayastefanos'a (Yeşilköy) görkemli bir anıt diktirmişti. 14 Kasım 1914'te bu anıt yıkılmış ve bunu Fuat Uzkınay görüntülemişti. İşte Ayastefanos'taki Rus Abidesinin yıkılması Türk sinemasının da adeta başlangıcıdır. (Ancak bu film günümüze ulaşamamıştır. Uzkınay Weinberg'in öğrencisidir ve birinci cihan harbinde ordu adına çekimler yapmaya devam etmiştir. Osmanlı'da aslında Uzkınay'dan önce de sinema çekimleri yapılmıştı. Makedonyalı Manaki kardeşler 1911'de Sultan Reşat'ın Selanik ve Manastır gezilerini filme almıştı. Bu filmler günümüze kadar ulaşmasına karşın Makedonya'nın sınırlarımız dışında kalmasından dolayı Uzkınay'ın filmi ilk kabul edilir.)
Görsel 1: (Soldan sağa) Weinberg, Ayastefanos'ta Rus Abidesi'nin Yıkılışı ve Fuat Uzkınay
Türkiye'de Yerli Belgesel Film Çekimleri
Enver Paşa, Almanya ziyaretlerinden birinde Alman Ordusu'nun “Ordu Film Dairesi”ni görmüş ve bunun propaganda açısından önemini kavramıştır. Bunun üzerine yurda dönünde derhal Ordu Film Dairesi'nin (OFD) kurulmasını sağlamıştır. İlk belge filmleri çeken OFD, padişahın, başkomutanın resmi ve özel yaşamlarıyla ilgili filmler çekmiştir.
Dairenin başında getirilen Weinberg siyasi düşüncelerinden dolayı uzaklaştırılmış, yerine öğrencisi Fuat Uzkınay getirilmiştir.
Türk sinemasının ilk sekiz-dokuz yılında çok az sayıda film çekilmiştir. Zaten bunun sonrası cumhuriyet dönemidir. Osmanlı sinemaya Merkez Ordu Dairesi dışında ilgi göstermemiştir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kurulan iki özel film şirketi (1922'de Kemal Film, 1928'de İpekçilerin film şirketi) film yapımında ve ithalatında uzun yıllar etkili olmuştur.
TİYATROCULAR DÖNEMİ
-Konulu Film Çekimleri
Weinberg sadece askeri filmler çekmemiş, ülkemizde başka sinema kuruluşu olmadığı için konulu filmlere de yönelmiştir. Enver Paşa'yı konulu film çekme konusunda Enver Paşa'yı ikna etmiş ve gerekli izinleri almıştır.
Bunun üzerine İstanbul'da gösteriler düzenleyen Benliyan'ın Milli Operet Kumpanyası'yla anlaşmıştır ve “Leblebici Horhor” ile “Himmet Ağa'nın İzdivacı”nı (Moliere'in ünlü “Zoraki Nikah” adlı oyunundan uyarkanmıştır) filme almayı kararlaştırmıştır.
Leblebici Horhor baş oyuncunun özrü nedeniyle yarım kalmıştır.
Ancak Himmet Ağa'nın İzdivacı, Ahmet Fehim, Behzat Haki, İsmail Galip gibi oyuncuların katkılarıyla filme çekilebildi ve böylelikle Türkiye'nin ilk konulu filmi çekilmiş oldu.
Milli Müdafaa Cemiyeti'nin genç üyelerinden (sonradan ünlenen bir gazeteci olan) Sedat Simavi sinema ile ilgilenmeye başladı. Semavi cemiyet binasının alt katına derme çatma stüdyo kurdu. Cemiyetin başkanı Dr. Hikmet Hamdi'nin de destekleriyle iki tane konulu film çekti. Bunlardan ilki Mehmet Rauf'un piyesinden uyarlanan ve evliliği kişinin özgürlüğünü sınırlayan bir pençe olarak gören “Pençe” ve diğeri de “Casus”tur. (Casus hakkında bilgi maalesef elimizde yoktur.)
Cemiyet için , “Alemdar Vakası” adlı bir film çekildi ancak kurgusu yapılamadığı için sonuçlandırılamadı. Daha sonra Hüseyin Rahmi’nin tiyatroya uyarlanan ünlü romanı “Mürebbiye” filme çekildi.
Görsel 2: Sedat Simavi
Film zengin bir ailenin konağında mürebbiyelik yapan genç bir Fransız kadının ahlak kurallarını hiçe sayarak konaktaki erkekleri birbirine düşürmesini işliyordu. Filmin gösterimini İstanbul’daki işgal yönetimince yasaklandı. Bu şekilde “Mürebbiye” Türkiye’de sansüre uğrayan ilk film oldu. Bu filmi Yusuf Ziya Ortaç‘’ın bir oyunundan sinemaya uyarlanan “Binnaz” izledi. 1919 tarihinde çekilen bu film ilk başarılı iş filmi oldu.
“Mürebbiye”nin de yapımcısı olan Malûl Gaziler Cemiyeti 1921’de sinemaya “Bican Efendi” tiplemesini kazandırdı. Bir Fransız oyunundan uyarlanan, Fuat Uzkınay’ın yönettiği ve Şadi Fikret Karagözoğlu’nun bir köşkün beceriksiz vekilharcını canlandırdığı “Bican Efendi Velkilharç” komedisi, büyük ilgi gördü. Aynı yıl çekilen devam filmleri “Bican Efendi Mektep Hocası” ve “Bican Efendi’nin Rüyası”, ilk film gibi anlatımı düzgün ve keyifli filmler oldu.
-Muhsin Ertuğrul Sineması
1892 ve 1979 yılları arasında yaşamış olan Muhsin Ertuğrul tiyatro oyunculuğuna henüz 17 yaşında başlamıştı. Almanya'da bulunduğu dönemde Alman filmlerinde sahne işçiliği de yaptı, filmlerde de oynadı, yönetmenlik de yaptı.
İstanbul'a döndüğünde Kemal ve Şakir Seden Kardeşler'i film yapımcılığına özendirdi ve onlara Kemal Film'i kurdurdu. Bu film şirketi 1922-24 yılları arasında 6 film üretti. İstanbul’da Bir Facia-i Aşk, Boğaziçi Esrarı, Ateşten Gömlek, Leblebici Horhor, Kızkulesi’nde Bir Facia, Sözde Kızlar. Tüm filmlerde yönetmenlik koltuğunda Muhsin Ertuğrul oturuyordu. Başrollerini Anna Mariyeviç ve Vahram Papazyan'ın paylaştığı İstanbul'da Bir Facia-i Aşk filmi, fettan bir kadının aşıklarından biri tarafından öldürülmesini konu ediniyordu. Ertuğrul işte bu filmle birlikte kendi adını taşıyan bir dönemi de başlattı.
Boğaziçi Esrarı filminde bir Bektaşi şeyhinin etrafında geçen olaylar konu edilmekteydi. Ancak Bektaşiler film setini basıp dekorları parçaladı. Bu sebeple filmin gösterimi de bir yıl sonrasına sarkmış oldu.
Ateşten Gömlek filmi ise Halide Edip aynı adla yazdığı romandan uyarlanmıştı. Bir kadının gözünden Kurtuluş Savaşı’nı anlatan “Ateşten Gömlek”in oyuncu seçimi için Muhsin Ertuğrul değişik bir yol izledi ve gazete ilanı verdi. Başvuranlar arasından Münire Eyüp (Neyyire Neyir) ve Bedia Şekip (Bedia Muvahhit) film için seçildi. Böylece 1920 yılında bir Türk kadınının tiyatroda oynamasından sonra (Afife Jale) sinemada da azınlık mensupları dışında Türk kadınlarının oynamasının yolu açıldı.
Kurtuluş savaşını izleyerek 1923’te çevrilen “Ateşten Gömlek” sadece milli duyguları coşturan konusu ile değil akıcı üslubu ve kudretli oyuncularıyla da Türk Sinema tarihinde ilk önemli film olarak yerini aldı.
Cumhuriyetin ilanından 6 ay önce işgal altındaki İstanbul’da oynatılan film büyük ilgi gördü. Bir operetten uyarlanan “Leblebici Horhor” ise salonda müzik çalınmasına rağmen sessiz sinemada başarılı olamadı.
Peyami Safa’nın romanından uyarladığı “Sözde Kızlar”ı (Peyami Safa'nın mütareke yıllarındaki İstanbul'u anlatan romanından sinemaya uyarlandı) tamamladıktan sonra Rusya’ya giden ve burada da filmler çeken Ertuğrul, Türkiye’ye döndü.
Muhsin Ertuğrul daha sonra evleneceği Neyyire Neyir ile beraber filmlerde oyunculuk da yapmıştır. 1932’de ilk Türk sesli filmi ve ilk Türk ortak yapımı (Türk, Mısır, Yunan) “İstanbul Sokaklarında”yı çekti. Aynı kızı seven biri kör iki kardeşin çekişmesi ele alan ve tam bir melodram olan bu film seyircinin büyük ilgisini çekti.
Dilencilik yapan kör kardeşin ve söylediği şarkının dizelerinin (Karanlık yollarda yorgun yürürüm/Dilenir gezerim, hastayım, körüm/Ne kadar uzadı, Ya rab ne kadar/Mezarıma giden karanlık yollar) Türk sinemasının melodram geleneğinin tohumlarını içerdiğini söylemek yanlış olmaz.
1932'de “Bir Millet Uyanıyor” filmiyle milli duyguları coşturdu. Halkın beğenisini kazandı.
Ertuğrul, ilk Türk kadın yıldızını da sinemaya kazandıran kişidir. “Aysel Bataklı Damın Kızı”, Şehvet Kurbanı” ve “Tendeki Şeytan” filmlerinde Cahide Sonku'ya rol verdi.
Sonku, seyircinin yüzüne aşina olduğu ilk kadın starımızdır. Sonku da, Ertuğrul'un çoğu oyuncusu gibi tiyatro kökenliydi. Sonraları taklit edilen bir oyuncu haline geldi. Cahide Sonku film şirketi de açmasına karşın sefalet ve yalnızlık içinde hayatını yitirdi.
İlk renkli Türk filmi, Muhsin Ertuğrul tarafından çekilmiş olan “Halıcı Kız”dır. 1953'te yayınlanmıştır.
Muhsin Ertuğrul, 1920'lerden, 1940'lara kadar Türk sinemasının “Tek Adam”ıdır. Yurtdışında bulunduğu zamanlarda da filmler çevirdiğinden dolayı, Türkiye'ye döndüğünde filmlerine yapımcı bulmada zorluk çekmemiştir.
Sinemamızda ilklerin adamı olarak adlandırılabilecek olan Ertuğrul'a sıkça eleştiriler de yöneltilmiştir.
Görsel 5: Halıcı Kız Afişi
Muhsin Ertuğrul'a Yöneltilen Eleştiriler
1. Filmlerinde hep tiyatro kökenli insanları oynatmak. Kendisi de tiyatrocu olduğu için tiyatral havada oyunculuk ve yönetmenlik anlayışı ile filmleri çekmek...
2. Türk sinemasında uyarlama salgını başlatmak. (Ertuğrul 30'u aşkın filminden 8'ini yabancı fimlerden, 11'ini de tiyatro eserlerinden uyarlamıştır.)
3. Bireysel kusurlarını tekrarlayan bir yönetmen kuşağı yetiştirmek...
YEŞİLÇAM DÖNEMİ
Türkiye'de Sinemanın Endüstrileşmesi
İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Türkiye çok partili sisteme geçmiş, yeni yönetmenler ortaya çıkmıştı. 1940'lara kadar tek adam olduğunu söylediğimiz Muhsin Ertuğrul'un dışında Faruk Kenç yönetmenlik yapmaktaydı.
Kenç, tiyatro kökenli değildi ve bu sebeple filmlerinde tiyatro etkisi yoktu. Ama filmleri vasatınn üzerinde değildi. Ertuğrul filmlerini sesli çekmekteyken, Kenç sessiz çekip daha sonra seslendirmekteydi. Bu uygulamayı Türk sineması hemen benimseyebilecek kıvamdaydı.
1948'de yabancı filmlerden yüzde 70 oranında alınan verginin, yerli fimlerde yüzde 25'e düşürülmesi yeni yönetmenlerin ortaya çıkmasını ve film sayısında patlamayı beraberinde getirdi.
1950'lerle beraber sinema salonları Anadolu'da yayıldı. Yeşilçam da 1950-60 arasını anlatan dönemdir. Bu dönem, sinemanın eğlence olarak tanındığı, hoşça vakit geçirme aracı olarak görüldüğü dönemdir. Çokça, salon komedileri, kan davasını konu alan köy filmleri, aşk ve namus filmleri üretilmiştir. Yılda iki yüzü aşan film çekilmiştir.
1950 ile 1960 arasındaki on yıllık dönem, Türk toplumsal gerçekçiliği için büyük önem taşır. 1948–1959 yılları arısında Türk ulusal sineması için sağlam temeller atılmaya başlanmıştır.
Ucuz melodramlar ve tiyatro oyunları dışında bir sinema kavramı ilk defa bu yıllarda oluşmuştur. Bu dönemde yaşanan büyük gelişmeler içinde üç unsur, toplumsal gerçekçi bir sinemanın ortaya çıkışını sağlayacak alt yapının kurulması açısında önemlidir. Bu unsurları şöyle sıralayabiliriz:
Yeşilçam olarak bildiğimiz yeni bir sinema endüstrisinin ortaya çıkması ve böylelikle film ve sinema salonu sayısında büyük artış olması.
Film çekmeye hevesli ve yetenekli yeni bir yönetmen kuşağının doğması, “Kara Film” ya da “Köy Filmi” gibi yeni arayışların belirmesi.
Sinema eleştirisinin ciddi dergilerde yer almaya başlaması, sinema kuruluşlarının ve sinema yayıncılığının artması. Ayrıca sinemanın profesyonel olarak meslek edinilmesi, bu amaçla yönetmen, oyuncu, teknik ekip yetiştirilmesinin daha organize yapılması sağlanmıştır. Bir anlamda Yeşilçam sinema için bir altyapı sağlamıştır denebilir.
-Yeşilçam'ın Temel Özellikleri
1950’li yıllarınen ilginç özelliklerinden biri, piyasa romanı olarak adlandırılan romanların filme çekilmesidir. Bunlara örnek Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Esat Mahmut uyarlamalarıdır. Bu tür filmler özellikle İstanbul’da geçen gündelik hayatı bir ölçüde şekilsiz modernleşmeci bir tarzda ele alınan filmlerdir. 1950–60 yılları arasında iyice yaygınlaşan piyasa romanları uyarlamaları Türk sinemasında kalıcı izler bırakmıştır, hatta bugün bile o yılların sinemadaki izlerini görmek mümkündür. Türk sineması birkaç istisnanın dışında ne yazık ki içi boş öyküler, hiçbir kalıcı sinema dili olmayan fotokopi gibi çoğaltılmış senaryolarla romanlardan aşırılmış repliklerle, yeteneksiz oyuncu ve yönetmenlerin yer aldığı bir komedi, bazen de bir acıklı melodrama benzer.
1960 darbesine gelene kadar Türkiye’de yıllık film üretimi 80’i bulmuştu. Vasıflı birkaç yönetmen dışında çoğu sinemacı, yıldız sistemine dayanan ve seyircinin duygularına hitap ederek sadece vakit geçirtmeyi amaçlayan bir sinema kültürü oluşturdular. Sinemanın çok büyük bir maddi yatırım gerektirmeyen iyi bir kazanç kapısı olduğunu sezen girişimciler, Yeşilçam Sokağı’nın çevresini film yazıhaneleriyle doldurmuşlardı.
Filmin iyi bir gişe yapmasının en kolay yolu, başarılı olmuş filmlerin taklit edilmesiydi. Yetişmiş insan gücünün ve teknik cihazların eksikliği bile film üretiminin artışına engel olamadı. Sanat birikimi ya da estetik kaygısı olmayan sinemacılar el yordamıyla ve bir-iki en fazla 4 hafta içinde çektikleri filmlerle (Mezarımı Taştan Oyun, Sevmek Günah mı, Affet Beni Allah’ım, gibi.) yeni bir işkolunun doğmasını sağladılar. Kötü kalpli zenginler, temiz kalpli yoksul kızlar ve delikanlılar, namus uğruna işlenen cinayetler, kötü yola düşmüş ama altın kalpli fahişeler, gibi klişeler git gide yerleşti. Bu dönemdeki filmleri izleyenler o yılların Türkiye'si hakkında filmlerde, filmin çekildiği yerin görüntüleri dışında hiçbir şey bulamazlar.
Kendi tarzını oluşturan, sinemayı sanat olarak gören, ayağı yere basan sinemacılar her zaman oldu. Sayıları az da olsa bazı yönetmenler sinema sanatına katkıda bulunmaya devam etti. Ancak Yeşilçam sinemasının ana yolu her zaman seyircinin beklentisine göre film çeken ve sinemayı sırf eğlence amaçlı kullanan sinema tüccarlarınındı. Yeşilçam yapımcıları filmlerden büyük paralar da kazandılar. Ancak bu gelirler hiçbir zaman sinemamıza altyapı kazandırmak için harcanmadı. Birkaç saatte yazılmış veya gişe başarısı yakalamış yabancı filmlerden uyarlanan senaryolarla filmler çekildi.
Yeşilçam'da İşlenen Film Türleri
- Birbirinin sonsuz sayıda kopyası gibi duran ağdalı melodramlar.
- Tarihi olayları işleyen kahramanlık filmleri.
- Hazreti Ali, Rabia gibi konularla dini duygulara seslenen filmler.
- Yoksulluk ve diğer sıkıntıları öne çıkartan yapımlar.
- Dünyanın belki de hiçbir ülkesinde olmayan Süpermen, Zagor, Tommiks, Tarzan, Batman gibi yabancı çizgi roman ve Western uyarlamaları.
ÖNEMLİ YÖNETMENLER
- Ömer Lütfi AKAD (1916-2011)
Fransız Saint Jeanne d'Arc okulu, Galatasaray Lisesi, İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu Maliye Bölümü'nü bitirdi. Tiyatro ve sinema yazıları yazdı. Sema Film'de mali danışmanlık ve yapım yönetmenliği yaptı. 1947 yılında Seyfi Havaeri'nin “Damga” filminde yönetmenliğe başladı.
Görsel 7: Ömer Lütfi Akad
1948 yılında “Vurun Kahpeye” ile başladığı yönetmenliğini halk masalları uyarlamalarıyla sürdürdü, polisiye filmleriyle sinema dilini geliştirdi. Kendinden önceki sinemacılardan farklı olarak sinema tekniği ve diline yeni bir anlayış getirdi. Belgeseller çekti, senaryo yazarlığı yaptı. Türk sinemasında tiyatro geleneğinden sinema tekniğine geçiş Lütfi Akad'la başladı. Çeşitli türleri denedi. Masal (Tahir ile Zühre-1951), polisiye (Kanun Namına-1952), macera (İngiliz Kemal Lavrens’e Karşı-1952), müzikal (Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar-1953), melodram (Kalbimin Şarkısı-1955), güldürü (Cilalı İbo’nun Çilesi-1957), belgesel (Tanrı’nın Bağışı Orman-1964), Anadolu folkloru (Kızılırmak, Karakoyun-1967), aşk (Vesikalı Yarim-1968), şarkı (Bir teselli Ver 1971).
Başyapıtı bir üçlemedir: Gelin (1973), Düğün (1974), Diyet (1975). Gelin'de Yozgat'tan İstanbul'a göçen bir ailenin büyük şehirde ezilmesini, Düğün'de Şanlıurfa'dan gelen bir ailenin yine şehirle mücadelesini ve dağılmasını, Diyet'te ise emekçilerin dramını anlattı.
Her üç filmde de Hülya Koçyiğit başroldedir.
[Görsel 8: Gelin filmi]
Lütfi Akad, 1970'lerin sonunda Topuz, Ferman, Pembe İncili Kaftan, Diyet, Bir Ceza Avukatının Anıları, Dört Mevsim İstanbul gibi televizyon filmleri çekti. Akad’ın filmlerinde fazla kamera hareketi yoktur; ama filmleri yine de akıcıdır.
Ömer Lütfi Akad Türk sinemasında tiyatro geleneğinden sinema tekniğine geçişi başlatmıştır. Türk sineması tarihinde ‘Muhsin Ertuğrul’dan sonraki sinemacılar dönemi’ olarak adlandırılan dönemin kuşkusuz en önemli, en üretken ve en unutulmaz yönetmenlerindendir. Akad her zaman gerçekçi, güçlü ve kişisel eserler üreterek Türkiye’de sinemanın en büyük kurucularından birisi olarak görülmeyi kesinle haketmektedir.
Ödülleri
- 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi 2. Dram Filmi Ödülü, 'Hudutların Kanunu'
- 1968 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi 2. Film Ödülü, 'Vesikalı Yarim'
- 1974 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yönetmen, 'Düğün'
-Metin ERKSAN (1929-2012)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdi. 1947’den başlayarak çeşitli dergi ve gazetelerde sinema yazıları yazdı. 1952’de senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdığı “Karanlık Dünya, Aşık Veysel'in Hayatı” filmiyle yönetmenliğe başladı.
Görsel 9: Metin Erksan
“ Dünya Havacıları Türkiye'de” (1958), “Büyük Menderes Vadisi” (1959) adlı iki belgesel film yaptı. Edebiyat uyarlamalarına yönelerek kırsal kesim insanlarının sorunlarını işlediği filmlerle başarı kazandı. Susuz Yaz, 1964, Berlin Film Şenliği’nde Altın Ayı Büyük Ödülünü, Yılanların Öcü filmi (1962), 1966 Kartaca Film Şenliğinde birincilik kazandı. Kuyu filmi (1968) 1. Adana Film Şenliği’nde birinci oldu. Halit Refiğ ile birlikte Ulusal Sinema anlayışının temsilcisi oldu. Yönetmenin en ilginç filmlerinden olan "Sevmek Zamanı", bir boyacının, köşkün duvarında gördüğü genç kadının önce sûretine, sonra kendisine âşık olmasını konu edinir. Bir kara sevda öyküsü olarak tanımlanan Sevmek Zamanı, estetik kaygıların ağır bastığı, soyutlamalara dayanan ve masalsı bir filmdir.
Görsel 10: Susuz Yaz
1970’ten sonra ticari amaçlı filmler yönetti. 1974-1975’te TV için çağdaş beş Türk öyküsünü (Hanende Melek, Eski Zaman Elbiseleri, İntihar, Müthiş Bir Tren, Sazlık) kısa metrajlı filmler durumuna getirdi.
Yönetmenin Kazandığı Ödüller:
Berlin Film Festivali, 1964, Susuz Yaz, En İyi Film.
İzmir Enternasyonal Fuarı 1.Film Şenliği, 1965, Suçlular Aramızda, En İyi Yönetmen .
Türk Filmleri Yarışması, 1961, Gecelerin Ötesi, En İyi Senaryo.
Adana Altın Koza Film Şenliği, 1969, Kuyu, En İyi Yönetmen.
24. Antalya Film Şenliği, 1987, Kuyu, Onur Ödülü.
-Atıf YILMAZ (1925-2006)
Ünlü yönetmen, 1925'te Mersin'de dünyaya geldi ve 2006’da İstanbul'da vefat etti. Yeşilçam'ın nitelik ve nicelik olarak en üretken yönetmenlerindendir. Atıf Yılmaz, 119 filmin yönetmenliğini yaptı, 51 filmin senaryosunu yazdı ve 27 filmin yapımcılığını üstlenmiştir. Yılmaz, en sıradan filmlerinde bile düzgün bir anlatım çizgisinin altına düşmeyen, hem eleştirmenleri, hem sinema seyircisini memnun etmeyi başarmış nadir yönetmenlerdendir.
Görsel 11: Atıf Yılmaz
Atıf Yılmaz, bir süre film eleştirmeni, ressam ve senaryo yazarı olarak çalıştıktan ve iki filmde yönetmen yardımcılığı yaptıktan sonra, 1951 yılında ilk konulu filmi “Kanlı Feryat”la yönetmenliğe başladı. Türk sineması içinde yer aldığı süreçte birçok meslek örgütünün kuruculuğunda ve yönetiminde yer aldı. Yönettiği son film 2004 yılında “Eğreti Gelin” oldu. Türk sinema tarihinin 1950 sonrası evrelerini onun filmlerinde görmek ve gözlemlemek mümkündür. Her dönemin moda ve ticari akımları paralelinde filmler yapmıştır.
Filmlerinde sıradanlaştırmadan tutturduğu kalite ile de örnek olmuştur. Sinema anlayışında sanattan çok ticari kaygıları gözlemlemek mümkündür. Türk sinemasının gişe yapan filmlerinde hep onun imzası oldu. Bu anlamda bir tarz olarak da Türk sinema tarihinde özel bir yere ve öneme sahiptir.
Türk sinemasının tanınan birçok yönetmeninden; Zeki Ökten, Yılmaz Güney, Şerif Gören, Ali Özgentürk, Halit Refiğ gibi ünlü yönetmenlerin yetişmesinde katkısı oldu. Atıf Yılmaz'a, 1991 yılında Hacettepe Üniversitesi tarafından Sanatta Onursal Doktora payesi verildi. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en çok ödül alan yönetmen olarak tarihe geçti. Atıf Yılmaz'ın son ödülü; Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında verilmekte olan geleneksel “Aziz Nesin Emek Ödülü” oldu.
Türk sinemasına "kadın"ı öğreten yönetmen olarak geçmiştir. Türk sinemasının önemli kadın oyuncuları ile yaptığı filmler: Türkan Şoray: “Kölen Olayım” (1969), “Kara Gözlüm” (1970), “Ateş Parçası”, “Güllü”, “Unutulan Kadın”, “Yedi Kocalı Hürmüz” (1971), “Cemo”, “Zulüm” (1972), “Güllü Geliyor Güllü” (1973), “Selvi Boylum Al Yazmalım” (1977), “Mine” (1982). Müjde Ar: “Adı Vasfiye” (1985), “Ah Belinda”, “Dul Bir Kadın”, “Asiye Nasıl Kurtulur.” Hale Soygazi: “Bir Yudum Sevgi” (1984) , “Kadının Adı Yok”, “Bekle Dedim Gölgeye”
1960'LAR SONRASI TÜRK SİNEMASI
Yılmaz Güney ve Siyasal Sinema
Türk Sineması’nın en önemli sinema adamlarından olan Yılmaz Güney’in asıl adı Yılmaz Pütün’dür. 1937 tarihinde Adana’da doğmuş ve 9 Eylül 1984’te Paris’te ölmüştür. 114 filmde oyunculuk yapan Güney, bu filmlerin 64 tanesinin senaryosunu yazmış, 15 filmin yapımcılığını üstlenmiş, 26 filmin de yönetmenliğini yapmıştır.
Görsel 12: Yılmaz Güney
Oyuncu-senarist-yönetmen ve yapımcı kişiliğini bir araya toplayan Yılmaz Güney, pamuk işçiliğinden gazoz ve simit satıcılığına kadar çeşitli işlerde çalıştı. And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde sürdürdüğü yüksek öğrenimi sırasında yönetmen Atıf Yılmaz'la tanıştı; onun yardım ve desteğiyle sinema çalışmalarına başladı. Aynı zamanda Atıf Yılmaz'ın asistanlığını üstlendi. 1956 yılında “Onüç” dergisinde yayınladığı bir hikâyeden dolayı hakkında soruşturma açıldı.
1963 yılında yeniden sinemaya dönerek, küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde rol aldı. Zaman zaman bu filmlerin senaryo yazımından çekimine kadar tüm aşamalarına katıldı. Kabadayılık ve kavganın ağırlıkta olduğu bu filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabul etmeyen; baskı ve kötülüğe karşı tek başına direnip mücadele eden “Dürüst Anadolu Çocuğu” tipiyle büyük ün kazandı.
Görsel 13: Yol Filmi
Özellikle, bu tiplerle kolayca özdeşleşen Anadolu izleyicisi tarafından çok tutuldu ve aranan bir aktör olarak kendini kabul ettirdi.
Filmlerinden birinin de adı olan “Çirkin Kral” adıyla anılmaya başladığı bu dönemde, öyküsü kendisine ait olan, Lütfü Akad'ın ''Hudutların Kanunu'' filmindeki oyunculuğuyla Türk sinemasında yeni bir oyuncu tipini yarattı.
Bu dönemde çektiği “Umut”, Yılmaz Güney sinemasında “bir dönemi kapayıp yepyeni bir dönem açarken” aynı zamanda Türk sinema tarihinin de başyapıtları arasında yer aldı.
Türkiye'nin 12 Mart askeri darbesini yaşadığı 1972 yılında siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı ve iki yılı aşan bir tutukluluk döneminin ardından 1974'te gene büyük bir ilgiyle karşılanan “Arkadaş”ı çekti. Aynı yıl Adana'da “Endişe” filmini çekerken karıştığı bir olay sırasında, bir yargıcı vurarak öldürmesi üzerine 19 yıl hapis cezasına mahkûm oldu.
Cezaevindeyken sinemayla olan ilişkisini, ince ayrıntılarına kadar yazıp oluşturduğu senaryolarla sürdürdü. Bunlardan, Zeki Ökten tarafından yönetilen “Sürü”, yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül kazandı. ''Düşman'' yine Zeki Ökten tarafından, ''Yol'' ise Şerif Gören tarafından çekildi. 1980'de cezaevi'nden kaçan Yılmaz Güney, gizlice yurt dışına çıktı ve Paris'e yerleşti. Kurgusunu yeniden gerçekleştirdiği ''Yol'', 1982 Cannes Film Şenliği Büyük Ödülü'nü, Costa Gavras'ın “Missing” (Kayıp) adlı filmiyle paylaştı. Yurda dönme çağrısına uymayınca 1983'te vatandaşlıktan çıkartıldı. Aynı yıl Fransa'da ''Le mur'' (Duvar) adlı son filmini çekti. Güney, 9 Eylül 1984'te yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak öldü.
Milli Sinemacılar
Bu dönemde Türk sinemasında "Yeni Gerçekçilik" akımının yanı sıra "Ulusal Sinema" ve "Milli Sinema" akımları da ortaya çıktı.
Ulusal sinema ile Anadolu insanının yaklaşık bin yıllık kültürünün oluşturduğu tavrını, Milli Sinema ile Orta Asya’dan göçtüğünden beri Türk insanının İslam-Türk kültürü içindeki kişiliğini ve Batılılaşmanın toplumumuzu yozlaştırdığını vurgulayan bir sinema anlayışı getirilmek istenmiştir.
Milli Sinema akımının en iyi temsilcisi olan Yücel Çakmaklı 1937’de Afyon’da doğdu. İlkin Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” adlı romanından sinemaya uyarladığı ve Türkan Şoray’ın oynadığı “Birleşen Yollar” adlı filmi çekti.
Görsel 14: Yücel Çakmaklı
Milli sinema anlayışının bu ilk ürününden sonra Necip Fazıl Kısakürek’in özgün senaryosundan Çile’yi çekti.
Kendi şirketi olan Elif Film şirketi adına çevirdiği son iki film, “Oğlum Osman” ile “Kızım Ayşe”dir.
Çakmaklı, daha sonra kendi firmasını kapatarak Erman Film Kurumu adına üç film çevirdi. “Ben Doğarken Ölmüşüm”, “Garip Kuş” ve “Memleketim”. Bütün filmlerde olduğu gibi bu filmde de milli değerlere dönmenin başarılı öyküsünü anlatır.
Sinema diline hâkim bir yönetmen olarak geniş kitlelerin beğenisini kazanan Çakmaklı, Yeşilçam serüvenini tamamlayarak yine çoğunlukta aynı temaları işlediği televizyon filmleri çevirmiştir. Yücel Çakmaklı, 1975 yılında TRT televizyonuna geçti.
Ürettiği yerli yapımlarla televizyonda da yeni bir çığır açabileceğini gösterdi. Türk edebiyatının ünlü isimleri ve eserleri, ilk kez televizyona uyarlandı. Usta kalemlerin başyapıtları, bu kez Türk izleyicisinin karşısına ekrandan ulaşmaya başladı. Bunlar arasında, “Küçük Ağa”, “Kuruluş”, “Bir Adam Yaratmak”, “4. Murat”, “Hacı Arif Bey”, “Aliş ile Zeynep” gibi filmler sayılabilir .
1980 SONRASI TÜRK SİNEMASI
1980 darbesi Türk sinemasında değişime neden oldu. Erotik film furyası yerini arabesk melodramlara bıraktı. Özgürlüklerin kısıtlandığı bu ortamda pek çok yönetmen de entelektüel kaygıların ağır bastığı bunalımlı, bireysel konuları işleyen filmlere yöneldi. Amerikan film şirketlerinin sinema salonlarını satın alarak sadece kendi filmlerini oynatmaları televizyonun yaygınlaşmasıyla birleşince 1980’lerin sonunda Türk sineması ilk ve en büyük kriz dönemine girdi. Yapımcı firmalar bir bir kepenk kapattı, seyirci vurdulu-kırdılı filmlere alışınca salonlar Amerikan filmleriyle doldu.
Bu yıllarda nitelikli filmler de çekildi. Ertem Eğilmez’in arabesk filmlerinin yapısını komediyle harmanladığı kült filmi “Arabesk” (1988) seyircinin ilgisini çekti. Nesli Çölgeçen, büyük kente göç etmeye mecbur kalan bir köy ağasının şehre ayak uydurmaya çalıştığı “Züğürt Ağa”daki (1985) başarısını “Selamsız Bandosu” (1987) ile devam ettirdi. Bu dönemin öne çıkan bir başka filmi de Tunç Başaran’ın “Uçurtmayı Vurmasınlar”ıdır.
Görsel 15: Ertem Eğilmez
1990 SİNEMASINDA NELER OLDU?
1990’larda sinemanın genel yapısı yeni bir doğrultuya girdi. Yeşilçam düzeninin çöktü, yapımcılık da bitme noktasına geldi. Bu durumda yönetmenler çekecekleri filmin giderlerini karşılayacak kaynağı da bulmak zorunda kaldılar. Eurimages’dan sağlanan mali desteğin de katkısıyla uluslararası festivallerde ilgi uyandıran ve ödüller alan filmler üretildi. Ortalama 20 filmin çekildiği bu yıllarda Yavuz Turgul’un yönettiği “Eşkıya”, iki buçuk milyon seyirciye ulaşarak Türk sinemasının iş yapabileceği yeniden gösterdi. Eşkıya’nın açtığı yoldan ilerleyen Vizontele, Kahpe Bizans, Gora, Nerdesin Firuze, Babam ve Oğlum gibi popüler filmler, sinemamıza yeni bir canlılık getirdi.
Avrupa’da Fransa hariç hiçbir ülkede Amerikan filmleri karşısında yerli filmlerin seyirci oranı yüzde 10’u geçmezken, 2005 yılında Türkiye’de 28 milyon seyircinin 11 milyonu yerli filmleri tercih etti. (% 40).
Görsel 16: Eşkıya Filmi
2006’ın sadece ocak ayında 6 milyon biletin 5 milyonu yerli filmlere kesildi. Türk sinemasına yeni bir hareket getiren bu rönesansı sağlayan çoğunlukla magazin kültürü oyuncuların rol aldığı, seyirci beklentilerine göre çekilmiş filmler olsa da Türk sinemasının hâlâ ayakta olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Handan İpekçi “Büyük Adam Küçük Aşk” (2001) filminde evine sığınan ve Türkçe bilmeyen küçük bir kızla ile emekli bir hâkimin dostluğa dönüşen çatışmasını işledi. Bir ara yasaklanan film, yurtdışında da ilgi gördü. Sinemaya “Gemide” filmiyle başlayan ve “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”, “Maruf”, “Laleli’de Bir Azize” ile devam eden Serdar Akar, “Kurtlar Vadisi Irak” ile Türk sinemasında en yüksek gişe başarısına imza attı.
Yavuz TURGUL
İktisad fakültesi gazetecilik enstitüsünü bitirmesinin ardından gazetecilik yapmaya başladı. Uzun süre Ses dergisinde çalıştı. 1976'da Ertem Eğilmez'in desteğiyle, Arzu Film’e senaryo yazmaya başladı. İlk kez “Sultan” filminin senaryosu ile dikkat çekti.
“ Çiçek Abbas” ve “Züğürt Ağa” filmleri ile başarısını devam ettirdi. 1984 yılında, Fahriye Abla filmi ile yönetmenliğe başladı.
“Muhsin Bey” ve “Gölge Oyunu” filmlerinin ardından 1996 yılında izleyici rekorları kıran “Eşkıya” filmini çekti ve başarısını en üst düzeye çıkardı.
Senaristliğinin ve yönetmenliğini üslendiği “Gönül Yarası” adlı film, yaptığı son filmdir ve o yıl Türkiye'den Oscar adayı olarak gösterilmiştir.
Görsel 17: Züğürt Ağa Afişi
Ömer KAVUR
1944 yılında Ankara'da dünyaya gelen Kavur, Paris'te sinema öğrenimi gördü ve bunun yanı sıra yüksek gazetecilik okulu ve sosyal bilimler okulu'nu bitirdi. Sorbonne Üniversitesi Sinema Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans yaptıktan sonra Türkiye'ye dönen Kavur, Refik Halid Karay'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarladığı “Yatık Emine” ile ilk uzun metrajlı filmini çekti.
Kavur, çocukların büyük kentlerdeki yalnızlığını ve çaresizliğini anlattığı “Yusuf ile Kenan” filmiyle adından söz ettirdi. Ömer Kavur'un yönettiği, senaryosunu yazdığı ve yapımcılığını üstlendiği “Anayurt Oteli” sinema otoriteleri tarafından Türk Sinema Tarihi'nin ilk 10 eserinden biri seçildi. Kavur, 2002 yılında çektiği “Karşılama” ile 40. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yedi ödül birden aldı. Lenf kanserine yakalanan Kavur, 12 Mayıs 2005'te hayata gözlerini yumdu.
Anayurt Oteli Filmi
Küçük bir Anadolu kasabasındaki Anayurt Oteli'nin yalnızlıktan kurtulamayan otel müdürü katibi Zebercet (Macit Koper), birbirine benzeyen sıradan olaylar içinde iç dünyasındaki fırtınaları dizginlemeye çalışan biridir. Günün birinde, bir gece vakti Ankara Treni ile gelen güzel ve gizemli bir kadının (Şahika Tekand) her zamanki müşterilerin arasına katılması onun tekdüze yaşamını hareketlendirir. Zebercet, gelişinin ertesi gününde, bir hafta sonra geri geleceğini söyleyip otelden ayrılan bu kadın müşterisini takıntı haline getirince bu meçhul kadın, ister bir anı ister hayalet olsun, Zebercet’e ve otele musallat olur.
Görsel 18: Anayurt Oteli
Zebercet kadının odasını aynı şekilde korur, her gün o odaya giderek kadınla yaptığı konuşmaları defalarca tekrar eder. O odada herhangi bir şey değişirse kadının bir daha geri gelemeyeceğinden korkar. Sabahları oteldeki müşterileri uyandırdıktan sonra, o odaya uğrayıp sanki kadın içerdeymişçesine kapıyı tıklayıp onu uyandırmaya çalışır; onun içeriden kendisine seslendiğini hayal eder.
Zebercet bu ezici yalnızlığını filmler, horoz dövüşleri ve hizmetçisi Zeynep'e (Serra Yılmaz) sarkıntılık yaparak hafifletmeye çabalar. Meçhul kadınla tek bir geceye sığan tanışma, onun beklentisini günler boyu Ankara treninin gelişine bağlar. Ama beklenen gizemli kadın hiçbir zaman gelmez. Yalnızlıkla örtüşen duygusal açlığı, temizlikçi kadının odasında cinsel bir saldırıya neden olur.
Zebercet zaman içinde her şeye yabancılaşır, oteli kapatır ve görünüşte tekdüze fakat içdünyası gelgitli bir hayat yaşamaya başlar. İç dünyasındaki fırtınalara, özlemlerine ve yalnızlığına çare bulamayınca kendini asmayı planlamaya başlar ve anlamını yitirmeye başlayan yaşamı hazin bir sona doğru sürüklenir.
Anayurt Oteli, özünde Ömer Kavur’un rüyalar, simgeler ve nesnelerle eylemlerin gizli anlamları aracılığıyla zamanın geçişini anlatmasıdır.
Mustafa ALTIOKLAR
Altıoklar, Ankara Koleji'nde okuduğu ortaokul ve lise yıllarında, sanatla özellikle de edebiyatla ilgilendi. O zaman yeni çıkmaya başlayan Milliyet Sanat Dergisi'nin sadık okurlarından biri oldu. Babasının doktor olarak toplumdan gördüğü saygıdan etkilenerek tıp fakültesine girdi. Hacettepe Tıp Fakültesi'ndeki öğrencilik yılları, tıp eğitiminin ağırlığı onu sanattan biraz uzaklaştırdı, dönemin de bir gereği olarak politikaya yaklaştırdı. Galatasaray Basketbol Takımı'na antreönörlük yapmaya başlayınca kaydını İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne aldırdı ve buradan mezun oldu.
Mustafa Altıoklar'ın Edirne'nin Uzunköprü ilçesindeki mecburi hizmet yılları, temelini çocukluğunda attığı sinemaya da bir dönüş gibi oldu. Ağır tıp eğitiminden sonra tekrar yoğun olarak kitap okumaya başlayan Altıoklar, ilk senaryo denemelerini yazmaya başladı. Senaryo yazma tekniği ve sinema üzerine kitaplar okumaya başladı ve bu arada bir de kısa metrajlı film çekme imkânı buldu ve sinema macerası 1989 yılında böylece başlamış oldu.
İlk filmi ‘‘Denize Hançer Düştü’’, ardından büyük ses getiren ‘‘İstanbul Kanatlarımın Altında’’ ve ‘‘Ağır Roman’’ “Asansör”, “O Şimdi Asker” ve “Banyo”filmlerini çekti. Mustafa Altıoklar’ın, Türkiye'nin yeni kuşak yönetmenleri arasında yerini almasını sağlamıştır. Popüler sinema anlayışıyla çektiği filmlerinde Amerikan sinemasının etkileri de görülür.
Nuri Bilge CEYLAN
1959 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nuri Bilge Ceylan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki yıl sinema eğitimi gördü. Ceylan, yaptığı dört filmin de yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını üstlendi. Sinemaya “Koza” adlı kısa filmiyle adımını atan Ceylan bu filmiyle Cannes Film Festivali'ne katılma başarısını gösterdi.
1997'de ilk uzun metrajlı filmi olan ve başta Berlin Film Festivali olarak pek çok dünya festivalinde gösterilen üç bölümlü, otobiyografik ve pastoral “Kasaba” filmini, 1999 yılında da bir meta-film olan ve ilk iki filmdeki otobiyografik izleri sürdüren ve büyük başarı kazanan “Mayıs Sıkıntısı'nı” çekti. Film Berlin Film Festivali'nin yarışmalı bölümünde gösterilmiştir.
Görsel 19: Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan
-Yılmaz Güney'in Yol Filminden Sonra İkinci Kez Altın Palmiye Alan Türk Filmi
56. Cannes Film Festivali’nde’nde yarışan ve favori filmler arasında gösterilen Nuri Bilge Ceylan’ın 2002 yapımlı dram filmi, "Uzak", Altın Palmiye’den sonra festivalin ikinci önemli ödülü olan Büyük Jüri Ödülü’nü (Grand Prix) aldı. Filmde yalnız ve yabancılaşmış iki kuzeni oynayan filmin başrol oyuncuları Muzaffer Özdemir ve talihsiz bir trafik kazasında kaybettiğimiz Mehmet Emin Toprak da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü paylaşarak Türk sinema tarihinin parlak başarılarından birine imza attılar. Ceylan'ın dördüncü uzun metrajlı filmi “İklimler” 2006 Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümüne kabul edildi. Ceylan'ın bugüne kadar çektiği en büyük bütçeli eser olan film, dijital görüntü teknolojisiyle hazırlanmıştı ve görüntü yönetmenliğini Ceylan'ın kendisinin üstlenmediği ilk Nuri Bilge Ceylan filmi özelliği taşımaktaydı.
Nuri Bilge Ceylan'in "Kış Uykusu" isimli filmi 2014 yılında 67. Cannes Film Festivali'nde büyük ödül olan Altın Palmiye'ye layık görüldü. Böylece Yılmaz Güney'in Yol filminin ardından ikinci kez bir Türk filmi bu ödülü kazanmış oldu.
Görsel 20: Kış Uykusu Filmi
TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK YÖNETMENLER
Türkiye Dışındaki Türk Yönetmenler Türkiye’de doğup yurtdışına yerleşmiş veya yurtdışında doğmuş Türk kökenli yönetmenler de yaşadıkları toplum ve o ülkedeki Türkler hakkında yaptıkları filmlerle ilgi toplamaktadırlar. Bu yönetmenler arasında Almanya doğumlu Fatih Akın ve İtalya’da yaşayan Ferzan Özpetek sayılabilir .
Fatih AKIN
Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak doğan Akın[1], 1994 yılında girdiği Hamburg Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Hochschule für bildende Künste Hamburg veya kısaca HfbK) Görsel İletişim Bölümü'nden (Visuelle Kommunikation) 2000 yılında mezun oldu. Eğitimi sırasında Wüste Film şirketiyle çalışmaya başladı. 1995 yılında ilk kısa filmi Sensin – Du bist es!'i yönetti ve bu filmle Hamburg Uluslararası Kısa Film Festivali’nde izleyici ödülünü aldı. Pek çok ödül kazanan 'Getürkt' isimli ikinci kısa filmini 1996 yılında yönetti.
Görsel 21: Fatih Akın
Fatih Akın, başrollerinde Meltem Cumbul, Güven Kıraç, Sibel Kekilli ve Birol Ünel'in yer aldığı Duvara Karşı (Gegen Die Wand) isimli projesiyle Metin Erksan'ın Susuz Yaz'ından 40 yıl sonra Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanan Türk yönetmen oldu.
2005 yılında Kebab Connection isimli bir filmin senaristliğini, diğer kişilerle beraber, üstlendi. Aynı yıl içerisinde Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul (İstanbul Hatırası) adlı, İstanbul'un barındırdığı değişik müzikleri ve müzik kültürleri üzerine bir belgeselin yönetmenliğini yapmıştır.
Belgeselin anlatımını Almanya'nın ünlü endüstriyel rock gruplarından Einstürzende Neubauten'ın bas gitaristi Alexander Hacke yapmıştır.
2005 yılında Cannes Film Festivali'nde Salma Hayek,Javier Bardem ve Emir Kusturica ile birlikte jüride yer almıştır. "Yaşamın Kıyısında" filmi, Ekim 2007'de Türkiye'de gösterime girmiştir.
Yurtdışındaki bir başka Türk asıllı yönetme de Ferzan Özpetek’dir. 1959’da İstanbul’da doğan ve sinema eğitimi için İtalya’ya giden Özpetek, bir süre yönetmen yardımcılığı yaptıktan sonra yönetmenliğe geçti. “Harem Suare”, “Hamam”, “Karşı Pencere” ve “Cahil Periler” gibi filmleriyle İtalya’da ilgi topladı.
Görsel 22: Ferzan Özpetek
BAŞLICA TÜRK FİLM STARLARI
-Türkan ŞORAY
28 Haziran 1945'de İstanbul’da doğdu. “Acı Hayat” Türkan Şoray’ın sinema hayatındaki ilk dönüm noktasıdır. Bu filmindeki rolü diğerlerine göre daha tutarlı, tip olarak da gerçeğe daha yakındır. Film o güne kadar yapılmış en başarılı, en şiirsel görüntülü aşk filmlerinden biridir.
1963’te çevirdiği bu filmle 1964’te I. Antalya Film Festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü alır. Ayrıca “Acı Hayat” sinema yazarlar tarafından “Yılın Filmi” seçilir. Artık izleyicide Şoray imgesi oluşmaya başlamıştır.
Görsel 23: Türkan Şoray
Sinemamızda, Türkan Şoray güzel, çekici, alımlı bir kadın kişiliği yaratmış ve bunu hem güldürü, hem dramda aynı başarıyla sürdürmüştür. Sosyal kökenler itibarıyla bir uçtan öbürüne, bir kutuptan diğerine kolaylıkla gidip gelebilmiştir. Türk toplumu, sanatçının halk kızı veya burjuva dilberi tiplemelerini aynı ilgiyle kabul etmiştir.
Türkan Şoray tip olarak da Türk kadınını yansıtmaktadır. Türk sinemasının en güzel resim veren kadın oyuncusudur. Sinemasal açıdan zengin, seyirciyi çarpan bir görüntüsü vardır. Halkın içinde gelmesi zor şartlarda büyümesi onu halka daha yakın kılmıştır. Türk sinemasında hiçbir kadın oyuncu onun gibi çevresinde yaygın bir etkinliğe sahip olmamıştır.
İzleyici tarafından Sultan lakabıyla anılan Şoray, diğer kadın sanatçılara örnek olmuş, uygulamalarıyla da takip edilmiştir.
Sinemada en yüksek fiyata sahip oyuncu oluşu, en çok aşık olunan kadın oluşu, kendine has yasaklar koyuşu, her rolün altından başarıyla kalkması, farklı güzelliği, sıcaklığı, bir sultan, bir efsane oluşuyla ve diğer yönleriyle sinemadaki yerini de belirlemiştir. 1970’lerin başlarında da sinema siyasetini hemen hemen aynen sürdürür. Yılda yine 10–12 film yapar.
Ünlü yazarların eserlerine el atılır fakat başarılı olunmaz “Sultan Gelin”, “Cemo” gibi filmlerle yarım başarılar elde edilirken, “Vukuat Var”, “Asiye Nasıl Kurtulur” gibi filmler fiyaskoyla sonuçlanır.
Hızlı dönemden sonra Şoray, bir süre setlerden uzak kalır. 1980’de film yapmaz. 1981’de ise son yönetmenlik ürünü olan “Yılanı Öldürseler” ile geri döner. Bu arada halk sinemadan soğumuştur.
Görsel 24: Vesikalı Yarim filminden bir sahne
Artık yeni bir kuşak, yeni yönetmenler, yeni bir anlayış doğuyordu.
1980 ve 1990’lı yıllar boyunca Şoray’da birçok yeni yönetmene destek verdi. 1980’lerde bağımsız sinemanın önü açılır. 1980’lerde sinemamız artık daha aydın, daha incelmiş ürünler, büyük kentin orta sınıflarına dönük hikâyeler vermeye başlayan daha özel bir alan olmaya doğru gidecektir.
1983’te şarkıcı ve türkücülerin oynadığı arabesk ağırlıklı filmler Türk sinemasındaki yerini ne kadar korumaya çalışsa da, kadın dünyalarını sorgulayan “Kadın Filmleri” öne çıkmaya başlayacaktır.
Değişen koşullar ve yaşanan ekonomik krizler nedeniyle 1980–1986 yıllarında ikişer filmle yetinmek zorunda kalan Türkan Şoray 1987’de bu sayıyı dörde çıkarır. 80’li yıllar Şoray’ın hem mesleğinde hem de özel yaşamında önemli değişikliklere sahne olacaktır.
Şoray kanunları yıkılacak, oynadığı “Mine” adlı filmiyle “Kadın Filmleri” akımını da açacaktır. Daha sonrada seyircisinin karşısına birkaç dizi filmle gelir. 2000 yılında çevirdiği “İkinci Bahar” adlı dizi ise diğerlerinden çok farklı bir yere sahip olmuştur .
-Hülya KOÇYİĞİT
Hülya Koçyiğit 1947’de Üsküdar’da dünyaya geldi. Konservatuar sınavını kazandı ve 8 yaşında Ankara’ya yatılı bale öğrencisi olarak okumaya gitti. İki sene boyunca özlem, gözyaşı ve gidip gelmelerle süren maceranın sonunda İstanbul konservatuarına geçiş yaptı. Hem okul hem konservatuar yürüyüp giderken kardeşleriyle birlikte İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda çocuk Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya başladı. Muhsin Ertuğrul tarafından sinemaya yönlendirildi.
Henüz 15 yaşındayken Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” adlı filminde başrol oynadı. Film setinde Metin Erksan genç oyuncusunu köylülerin arasına salıverdi. Hülya bir süre sonra onlardan biri gibi olunca Erksan, onu kamerasının önüne aldı ve başrollerinde Erol Taş’ın da yer aldığı bu film ülkemize “Altın Ayı” ödülünü kazandırdı. Bu ödül 80 yıllık sinema tarihimizin en önemli ödülü oldu.
Bu filmin hemen ardından Meksika Film Festivali’ne davet edilen Susuz Yaz ekibi çok ilgi gördü. Hülya Koçyiğit orada Metro Goldwyn Mayer’den “6 yıllık sözleşme” önerisi aldı. Orada kalıp hem sinema eğitimi alması hem de sonrasında film çevirme önerisini reddetti.
Görsel 25: Vurun Kahpeye Filmi
Sonra filmler arka arkaya gelmeye başladı. Üçüncü Filmi “Vurun Kahpeye” yine unutulmaz Türk filmleri arasındaki yerini korudu.
Sinemanın açmaza girdiği günlerde sahneye çıkma önerisini kabul etti ve tam on yıl ast solist olarak sahneye çıktı. Daha sonraları Lütfi Akad’ı arayarak film yapmak istediğini söyledi ve Türk Sinema tarihinin en önemli on filmi arasında da yer alan “Gelin”, “Düğün”, “Diyet” üçlemesini çeker. Artık sosyal içerikli filmler onun için vazgeçilmezdir.
Koçyiğit, 1998 yılında “Son Çare” adlı 1,5 yıl süren bir TV haber programı yaptı. “Nisan Yağmuru” adlı 26 bölüm süren TRT dizisi için yeniden kamera önüne geçmeye karar verdi. Başrolünü Cihan Ünal ile paylaştığı 26 bölümlük dizinin ardından “Şellale” (2001) adlı filmde oynadı.
-Fatma GİRİK
1942'de İstanbul Sultanahmet'te dünyaya gelen Türk Sineması'nın ünlü kadın yıldızlarından Fatma Girik, Cağaloğlu Kız Lisesi'nde okudu. Her ne kadar dramatik karakterleri de başarıyla canlandırabileceğini ispatlasa da, mavi gözleri ve canlı kişiliğiyle 1960’lı ve 1980’li yılların filmlerine damgasını vuran Girik, oyunculuk kariyerine 1957 yılında “Leke” isimli bir köy filmiyle başladı.
Ardından 1960 yılında oynadığı “Ölüm Peşimizde” adlı filmle kendine bir yer edindi. Filmde kötü bir ağabeyin kız kardeşini canlandıran sanatçı, yönetmen Memduh Ün'ün destekleriyle Türk Sineması'nın başarılı yıldızları arasında yerini aldı.
Görsel 26: Fatma Girik
Çevirdiği köy filmleriyle birçok ödül alan sanatçı, sinemanın krizinden sonra 1987 yılında TRT'deki “Gönül Dostları” adlı diziyle TV'ye geçti. Bu diziyle başta Kültür Bakanlığı olmak üzere çeşitli ödüller aldı. Daha sonra ekranları bırakıp siyasete atılan Girik, 1988 yılında Şişli Başkanı seçildi ve bu görevini beş yıl sürdürdü.
Başkanlığının ardından tekrar ekranlara dönen sanatçı bir televizyonda “Söz Fato'da” adlı realite programının sunuculuğunu yaptı. Sanatçının bugüne kadar oynadığı filmleri arasında “Dağdan İnme”, “Gönülden Yaralılar”, “Ezo Gelin”, “Hz. Ömer'in Adaleti”, “Kızgın Toprak”, “Kambur”, “Lekeli Kadın” “Ağrı Dağı Efsanesi”, “Toprak Ana”, “Rabia Hatun”, “Kanlı Nigar”, “Kaçak”, “Nefret”, “Postacı”, “Yakılacak Kadın”, “Yılanların Öcü”, sayılabilir.
-Cüneyt ARKIN
8 Eylül 1937’de Eskişehir’de, doğdu. Gerçek adı Fahrettin Cüreklibatur’dur. Aslen Kırım Tatarlarındandır. Türk sinemasının en ünlü oyuncularından olan Cüneyt Arkın, üniversitede tıp öğrenimini almış, askerliğini yaptığı yerde Göksel Arsoy’un filmi çekilirken yönetmenin dikkatini üzerinde toplamış ve yönetmen film çevirme teklifinde bulunmuştur. Bir süre iş arayan Fahrettin sonra yönetmenin teklifi aklına gelip oyuncu olmaya karar vermiştir.
Görsel 27: Cüneyt Arkın
Sinema oyunculuğu yaşamına 1964’te başlayan ve yaklaşık 300 filmde oynayan Cüneyt Arkın, son yıllarda Türk televizyonlarında değişik türde programlarda göorünmeye başlamıştır. Ata binmede ve karatede uzman sporcu ünvanına sahiptir. Kısa bir süre gazetelerde sağlıkla ilgili köşe yazarlığı da yapmıştır. Önemli dizileri arasında; Polis (1992), Kumarbaz (1993), Uyuşturucu (1994), Köpek (2005), Ölümüne Sevdalar (2005) sayılabilir.
-Kadir İNANIR
1949'da Ordu'da doğan Türk sinemasının büyük oyuncularından Kadir İnanır, oyunculuk hayatına fotoromanlar ile başladı ve “Son Yedi Adım Sonra” isimli film ile sinemaya geçti.
Kadir İnanır'ın önemli filmleri arasında, başrollerini Türk Sineması'nın Sultanı olarak bilinen Türkan Şoray'la paylaştığı “Dönüş”, “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Yılanların Öcü” filmleri ile “Ah Güzel İstanbul”, “Tatar Ramazan”, “Bir Yudum Sevgi” filmleri yer alıyor.
İnanır, 2003 yapımlı sinema filmi “Gönderilmemiş Mektuplar”da, başrolü Türk Sineması'nın Sultanı Türkan Şoray'la birlikte paylaştı. Türk Sineması'nın efsanevi ikilisi, 24 yıl aradan sonra bu filmle birlikte bir araya geldi.
Sanatçının Ödülleri:
- 23. Antalya Film Şenliği, 1986, Yılanların Öcü - En İyi Erkek Oyuncu
- 5. Adana Altın Koza Film Şenliği, 1973, Utanç - En İyi Erkek Oyuncu.
- 3. Ankara Film Şenliği, 1990, Med Cezir Manzaraları - En İyi Erkek Oyuncu.
-Kemal SUNAL
1944 yılında İstanbul'da doğdu. Vefa Lisesi'nden mezun oldu. Sanat hayatı, “Zoraki Takip” adlı tiyatro oyunuyla başladı. Bir yıl kadar Kenterler Tiyatrosu'nda çalıştıktan sonra Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda görev aldı. 1973 yılında Ertem Eğilmez'in yönettiği bir filmle sinemaya transfer oldu ve kalabalık kadrolu filmlerde rol almaya başladı.
Türk sinemasında başta ''İnek Şaban'' tiplemesi olmak üzere canlandırdığı pek çok tiple sevenlerinin kalbinde taht kuran Kemal Sunal, 7'den 70'e herkesin sevgisini kazandı.
Türk sinemasının en büyük komedyenlerinden biri olan Sunal, peşpeşe çevirdiği filmlerle ticari açıdan büyük başarı kazandı. 1977'de Antalya Film Festivali'nde ''En başarılı Erkek Oyuncu'' ödülünü alan Sunal, oyunculuğu ve özellikle değişik tiplemesiyle Türk sinemasında komedi oyunculuğuna yeni bir soluk getirdi.
1990'lı yıllardan itibaren filmleri kesintisiz olarak televizyonlarda yayınlanmaya başladı; ama kendisi bu gösterimlerden hiç para kazanmadı.
12 Eylül öncesi dönemde yarım bıraktığı üniversiteyi, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünü'nü 1995 yılında bitirdi ve master yapmaya başladı. Hayatı boyunca toplam 82 filmde rol aldı. 3 Temmuz 2000 tarihinde öldü.
Görsel 29: Kemal Sunal
Filmlerinden bazıları şunlardır: Gerzek Şaban, Gol Kralı, Zübük, Davaro, Kanlı Nigar, Üç Kağıtçı, Doktor Civanım, Yedi Bela Hüsnü, Çarıklı Milyoner, En Büyük Şaban, Kılıbık, Tokatçı, Atla Gel Şaban, Orta Direk Şaban, Postacı, Şabaniye, Gurbetçi, Düttürü Dünya, Öğretmen, Polizei, Uyanık Gazeteci, İnatçı, Gülen Adam, Talih Kuşu, Zehir Hafiye, Abuk Sabuk Bir Film, Boynu Bükük Küheylan, Koltuk Belası.
Türk sinemasına damga vuran bu isimlere ek olarak Filiz Akın, Ediz Hun, Ayhan Işık, Kartal Tibet, Erol Taş, Sadri Alışık, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Münir Özkul, Adile Naşit gibi isimler de sayılabilir.
Ad Soyad
Sınıf
Numara
Tarih
SON TEST
1- Cannes'da Altın Palmiye ödülü alan iki Türk yönetmeni ve filmleri nelerdir?
2- Muhsin Ertuğrul'un sıklıkla eleştirildiği konular nelerdir?
3- Aşağıdaki cümleleri doğru/yanlış şeklinde değerlendiriniz.
- 1974'te çekilen “Arkadaş” Yılmaz Güney filmidir.
- 1975'te çekilen “Hababam Sınıfı” Ertem Eğilmez filmidir.
- “Anayurt Oteli” bir Ömer Kavruk filmidir.
- Türkan Şoray'ın lakabı “Sultan”dır.
ÖZ DEĞERLENDİRME SORULARI
(Öğrenci tarafından evet veya hayır olarak cevaplanacaktır.)
1- Osmanlı'daki ilk sinema gösterimlerini kavradınız mı?
2- Tiyatrocular Dönemini kavradınız mı?
3- Türkiye'de sinemanın endüstrileşmesini kavradınız mı?
4- Yeşilçam sinemasının temel niteliklerini öğrendiniz mi?
5- Önemli yönetmenleri tanıdınız mı?
6- Siyasal sinema ve Yılmaz Güney'i kavradınız mı?
7- Türkiye dışında yaşayan Türk yönetmenleri tanıdınız mı?
8- Başlıca film yıldızlarımızı öğrendiniz mi?
GÖRSEL LİSTESİ
Görsel 1: MEGEP'in Türk Sineması modülünden alınmıştır.
Görsel 2: MEGEP'in Türk Sineması modülünden alınmıştır.
Görsel 3: www.sinematurk.com
Yorumlar
Yorum Gönder